20 Şubat 2013

YILDIZ TOZLARI



Yarasaların kanat çırptığı ıssız, nemli bir geceye açtı gözlerini. Masmavi, kristal gibi ışıldayan esrarengiz parfüm şişesi dikkatini çekmişti. Anılarıyla dolu bu evin bodrum katında hissettiği eski kitap kokusu, onu zamanda yolculuğa çıkarıyordu. Ahşaptan yapılma, pembe müzik kutusu ona geri getiremeyeceği çocukluğundan yadigardı. Saatlerce aynı melodiyi dinler, dönme-dolabın sakince dönüşünü izlerdi. Elleri yanaklarında, hayal aleminin notalarına basardı. Hepsi keşfedilmemiş birer adaydı. Mutlu olmanın anahtarları zihin haritasına hapsedilmişti. Hepsi de en ulaşılmaz kuytulardaydı onun için.

"Mutlu olmak." diye soyut bir ifade vardı : insanların yerle bir ettiği... Her seferinde bir tuğlasını eksik koyduğumuz o "sağlam" sandığımız duygu harmanı. Onun için mutluluk, bodrum katta çürüyen çocukluğuydu. Sadece o zaman dilimine ait sevinçler yeşermişti gönlünde. Belki de acılarını ağlayarak dışarı attığından hiçbirinden eser kalmamıştı üzüntülerinin. Esasında kalbiydi onu yoran. Herkese kayıtsız güvenen, hep iyi maskelerine aldanan... Aklıyla kalbi ortak bir noktada buluşamaz hep zıtlaşırlardı. Birinin galip geldiği yerde öbürü susardı her zaman. Kalbini daha çok kullanmasıydı onu bodrum kattakiler gibi çürüten...

Masmavi, kristal gibi ışıldayan parfüm şişesini buruşmuş elleriyle okşayıp avuçlarına aldı. Göz pınarlarından iki damla, tuzlu gözyaşı aktı dudaklarının kenarına. Evet, yine kalbi galip gelmişti anlaşılan. Bir insana değer vermek onun kokusunu bile şişelemek miydi? Onca yıl geçmesine rağmen aşık olduğu adamı unutamıyordu. Ruh eşi diye bir şey olmalıydı ve o kesinlikle onunla örtüşüyordu. Parçaları birbirlerine tamamen uyarken neden ölüm vardı bu hayatta? Ölümü tatmak için yaşadığına inanıyordu çoğu zaman. Hayatın da ölümden bir farkı olmadığına. İç içe geçmiş anlamsız bir çemberin içinde savruluyordu sanki. "İmkansız" kelimesine tahammül edemiyordu. Hayatın sınavlarından bıkmıştı artık.

Ne zaman onu düşünse sokağın başından hoplaya zıplaya sevinçle yürürken ona doğru gelişini görürdü. Aklına geldiğinde sanki dünyanın her zerresi papatyalarla kaplanır, yıldızlar onun için özel bir dans hazırlardı. Aniden karşısına çıkışlarını sevdi onun. İkisi de çocuktu... Gözlerinin içine baktıklarında aynaya bakıyormuş gibi olurlardı. Yan yanayken saatlerin nasıl geçtiğini anlamazlardı bile. Birbirlerine küçük notlar yazarlardı. Minik hikayeler... Sonu boş bırakılmış ufak heyecanlar. Gökyüzüne fısıldarlardı dileklerini. Sonra masmavi nehre... Dolunay çıktığında üç dilek tutup el ele tutuşurlardı. Yıldızların onları hiç ayırmayacağına kalpten inanmışlardı.

Akan gözyaşlarını soğumuş elleriyle sildi. Tozlanmış pencereyi araladı. Bu gece dolunay vardı. Sevdiği adam yıldızların ardından onu seyrediyordu.Yirmi altı yıl dayanan kalbiyle, hiç yaşlanmamış bedeniyle bakıyordu ona. Umut dolu, sonu gelmeyen bir hikaye fısıldıyordu onun için...

Küçük notlarını kağıda değil gökyüzüne yazıyordu bu sefer... Hem de yıldız tozlarıyla...

Hoş geldin "Mutluluk"

Aylin ALAGÖZ/ 2013

3 yorum:

Adsız dedi ki...

yazılarınızı beğeniyorum.. yazarlık filan varmıdır acep? :)

Unknown dedi ki...

Tesekkür ederim.İçimden gelenleri yazıyorum.Henüz yazar değilim :)

Adsız dedi ki...

rica ederim .. içinden geçenler etkileyici.. bence mutlaka bir şeyler olamlı.. :)