21 Mayıs 2013

YAĞMURDAN SONRA



Romanlardan çizdiğim karakterler,
Bir seyirden bir izlekten ibaretler.
Neredeyim dediğim anlar,
Yağmurdan sonra karşıma çıkarlar.

Issız bir uçurum kenarı,
Ya da ansızın karşılaşmalar,
Çıplak ayaklı bir bulut,
Yükselir kara bulutlarda umut...

Yağmurdan sonrası sessizlik,
Bavulunu toplamış bekleyen bir kadın ,
Neyi beklediğini bilmeden,
Nereye gittiğini irdelemeden...

Kesif bir kokunun içinde kaybolmuş,
Siyaha bürünürken beyazlar,
Acı bir tat bulanmış,
Yaşamın yaşanmışlıklarından.

Yağmur sonrası belirsizlik gibi,
Sonu bana bırakılmış bir hikaye,
Yazılmamış bir yazı,
Mühürlenmemiş bir zarf gibi...

Girdabın içine sıkışmış hayallerim,
Shakespeare' den alıntı düşüncelerim,
Ne bir cinayet ne bir aşk romanı,
Bana kalan sadece "anı"...

Aylin ALAGÖZ/ 2013

16 Mayıs 2013

VAROLUŞ




Bir tarihten çıkardı efsaneler, gerçek bir kişiden yaratılmış bedenden yoksun hayali karakterler...

 Düşünmenin özgür olduğu zamanlardı! Hayal kurmanın önünde setlerin olmadığı, tabuların varlığından bihaber insan topluluklarının var olduğu bir akşamdı! Kırmızı elbisesinin ütüsü bozulmuş, makyajı biraz dağılmıştı. Bu haliyle uykudan yeni uyanmış bir kedi yavrusu gibiydi. Gözlerinin etrafındaki kırışıklar belirginleşmiş, yüzünde saf bir ifade belirmişti. Gözlerindeki ışık kısılmış bir lamba kadar aydınlatıyordu etrafı. Bir adım atmaya mecali kalmamıştı. Elleriyle bedenini sarmalayarak sokağın başındaki kaldırıma usulca oturdu. Gözlerini kapatıp havanın nemini ciğerlerine doldurdu. Şehrin küf kokusu atmosferin tüm tabakalarına işlemişti adeta. 

Biraz daha sardı bedenini. Kararmış düş perdesini aydInlatmak için kurdu hayallerini. Sahneleri bir bir yarattı, içine insanlar koydu. Ruhları ile bütünleştirmek için biraz kafa yordu. Kırmızı perde artık açılabilirdi. Kurduğu hayal canlanmak için sabırsızlanıyordu. Eski bir tarihten alıntıydı hayali. Geçmiş bir zamandan... Efsanelerin karmaşasındaki yalınlıktan ibaretti kurgusu. İnsanın insan ruhuna değebildiği bir hikaye... Yüzyıllardır insanlığı peşinden sürükleyen bir düşünce belki... Varoluş...

Varoluş, onun için ruhunun haritasına ulaşmaktı. Kayıp parçaları ömür boyu bulmaya uğraşacak ve en sonunda her insanın bildiği korkunç son başına gelecekti. Ölüm... Bu gerçekliğe aldırmadan yaşayanlardandı, her saniyenin kıymetini bilenlerden.Kendi mutluluğu için e biraz bencildi tabi. Zihnindeki imgeleri renklendirme aşamasında çok eğlenirdi. İstediği renkleri karıştırır istediği sitilde boyardı yarattığı karakterlerini. Bu işlem de bittikten sonra sıra müziğe gelirdi. Tüm notaların uyum içerisinde birleşebildiği eşsiz müziğe...

Ve ruhundan kopardığı parçalar bir bir canlanırdı hayal sahnesinde. Geçmişin izlerine bulanmış efsane olmaya aday yaşantıların içinden bir bir geçerdi. Ruhunu sarardı parçalara ayrılmış "ben" leri. Varoluş onun içindeydi. Tek bir beden içerisine hapsedilmiş olsa da içindeki parçalardan milyonlarca karakter yaratmak müthiş bir şeydi.

Gözleri kapalı gülümsedi geceye. Düşünde yaşadı geçmişi, bugünü, geleceği... Yarınlarından bir parça geçmişe, geçmişinden bir parça bugününe armağan etti. Küf kokan şehrin sokaklarında kırmızı elbisesiyle karanlığa gömülene kadar yürüdü...

Bir tarihten çıkardı efsaneler, gerçek bir kişiden yaratılmış bedenden yoksun hayali karakterler...


Aylin ALAGÖZ/ 2013

9 Mayıs 2013

BİR ÇİÇEĞİN ÖMRÜ


Zamanın içinde saklardım zamanı,
Uçmaya küsmüş kanatlarımı.
Sarıydı gökyüzü.
Rüzgarla buluşmuştu anılarımın pürüzlü yüzü.

Ne bir kelime yeterdi ne bir bakış.
Bir histi zihnimden geçen,
Işık hızıyla bedenime yerleşen.
Ne bir vücut yeterdi ne bir dokunuş.

Yukarıya uzanan sonsuz merdiven,
Sisli bir gelecekte son bulmuş.
Puslu bir haritada yok olmuş.
Bilinmeyen bir yolda aniden kaybolmuş.

Tırmanırken korkar oldum.
Her sallantıda geri adım atarken,
Ne bir ses duydum ne bir iz oldum.
Suya koyulmuş bir çiçeğin ömrü oldum.
Yosunlarına tutunmuş, topraksız...

Aylin ALAGÖZ / 2013




6 Mayıs 2013

MUM LEKESİ


Soğuk bir demire sıkıca kilitlediği elleri artık acı hissetmiyordu. Zaman aktıkça duyarsızlaşıyor, daha da alışıyordu bir zamanlar alışamadıklarına. Her şeyin zıttı her insanın farklı bir yüzü vardı bu şehirde. Parçalanmış bir aynadan yarım yamalak yansıyan görüntüler gibi. Yanılsamalar bile iç içe ve anlamsızdı çoğu zaman. Düşünceleri yabancı dillerden toplama yarım yamalak oluşturulmuş bir sözlük gibiydi. Gereksiz bir yük hep üzerinde. Ne olup biteni tam olarak anlayabilirdi ne de anlatabilirdi. Sesler arsızlaşmıştı adeta.

Damarlarından çekilen kanı hissedebiliyordu. Soğuk tüm vücuduna işlemişti. Bembeyaz teni kaskatı kesiliyor, ölümün soğuğuna meydan okurcasına sert bir kayaya dönüşüyordu. Gün batımını izlemek ve yaşamak arasındaki fark kadar apaçıktı duyumsadıkları. Bir bebeğin ağlaması kadar berrak ve içten... Masmavi gözlerini rüzgarın savurduğu ağaç yapraklarına doğru kapattı. Gözleri kapalıyken çok şey görürdü tüm hayalperest insanlar gibi. En heyecanlı seyahatlerini gözleri kapalı yapardı. Bunun için en sevdiği kitap " Puslu Kıtalar Atlası" idi. Gerçekleştiremediği rüyalarını zihninde canlı kılmak için belki de. Dünya'nın değil kendi ruhunun gizemli köşelerinin haritasını çıkarabilmek için.

Bir an ellerindeki gücün azaldığını hissetti ve parmaklarını zor da olsa demirden çekip dizlerine koydu. Tüm vücudu sonbahardaki cılız bir ağaç gibi titriyordu. Ellerini birbirine kenetledi. Saatlerce düş kurdu. En güzel düşleri kurana kadar çoğunu yaşam silgisiyle silip yeniden çizdi. Silgisini kullanırken aklına hayatındaki mum lekeleri geldi. Leke ne kadar çıksa da izlerinin kaldığını yeni yeni fark ediyordu. Rüzgarın ona arkadaşlık ettiği eski demir penceresini yavaşça kapattı. Soğuk kesildi, ses kesildi, hayat kesildi sanki... Akrep tam sekizin üzerindeyken bozulmuştu ahşap duvar saati. Umursamadı. Isıttığı ellerini vücuduna sararak gerçek hayatının başlangıcı ve bitişi olan rüyalarını görmek için bembeyaz yatağına uzandı.

Kalbinde iki damla yaşanmışlık kanı vardı. Bir de bolca mum lekesi...

Aylin ALAGÖZ/ 2013

1 Mayıs 2013

GALATA'NIN IŞIKLARI


Bir damlaydı geceden süzülen,
Gözlerindeki menevişleri büyüten,
Karanlığın pençesiydi.
Hep peşinde...
Gölge gibi yalın ayak ve kendinden.

Harabe bir şehir silueti.
İnsanları yok olmuş manzaralar.
İçinden gelip geçen ışıklar,
Galata'nın yorgun ışıkları,
Süslüyor yine etrafı.
Galata'nın tahta kokan sokakları,
Susuyor yine insanları.

Siyaha bürünmüş etten kentler,
Kemikten yaşam yığınları...
Kaybolmuş sanki şehrin tüm parçaları.
Işıkları orda, taaa karşı kıyıda...
Denizin yosun kokusuyla buluşmuş,
Uzun bir seyirdeler adeta.

Mühürlenmiş dudakları,
Susmalı dalgaların eşliğinde.
Kayalara çarparken parçalanmalı gülüşler,
Geriye çekilirken köpürmeli sular.
Susmalı anlayana kadar.
Susmalı anlatana kadar.
Susmalı Galata'nın ışıkları sönene kadar...

Aylin ALAGÖZ/ 2013