22 Haziran 2013

UMUT



Üzerine üzerine yağar zaman tanecikleri  ve sen aldırmadan devam edersin geleceğe... Bugünün ya da dünün geleceğidir elini uzattığın. Hep ramak kala dokunamadığın bir gelecek. Bir kelimenin son hecesindeki tükenmişlik hissi gibi, belli belirsiz ama senden bir parça... Hep seninle gelir; dünün,bugünün,yarının. Hep izi kalır aslında yaşananların. Unuttum dediklerin ya bir rüyada canlanır ya bir kokuda ya bir dokunuşta...

Beni takip eden kötü yönlerime set çektim. Artık onlara aldırmamaya çalışıyorum. Saklıyorum, saklanıyorum... Beynimin bilinmeyen yörüngelerine doğru süpürüyorum bugünlerde. Olumsuzluk veren hiçbir şeyi istemiyorum. Kendimi bile... Susuyorum bugünlerde, duyumsuyorum her şeyi olabildiğince. Farkına varmak için kapatıyorum gözlerimi, öylesine dinlemiyorum kuş seslerini. Hayatı özümsüyorum, hücrelerime dolduruyorum.

Görmek istemiyorum beni mutsuz edenleri. Başımı çevirince yok olacaklar sanki! Sonsuz boşlukta saklanır gibi kapatıyorum gözlerimi, hislerimi. Bir sessiz çığlık yükseliyor bedenimden. Siyaha bürünüyor hislerim. Ürperiyorum, üşüyorum. Gölgelerin peşinden korkak adımlarla ilerliyorum. Her tarafta zarar vermek isteyen o korkunç ucubeleri görüyorum. Daha da yaklaşıyorlar sanki... Bir "son" olduğunu bile bile yaşama başlamak gibi...

Bir "son" olduğunu bile bile umut etmek gibi. Yaşanmışlıklardan alınmış dersleri yok saymak, körü körüne aslında olmayan "yaşam" a inanmak gibi. En zoru da insanların bu dünyada "insan" kalabildiğine defalarca inanıp defalarca yanılmak olsa gerek. Güneşin her gün doğacağına inanan bir çocuk masumiyeti gibiyiz biz insanlar. Nerede bir mutluluk görsek renkli bir uçurtmanın peşinden koşan çocuklar gibi gideriz arkasından. Dokunamayacağımızı, yetişemeyeceğimizi bile bile.

Bizi yaşatan ya da yok eden "umut"larımızın şerefine olsun bu yazı. Çünkü; her insanın bir gelecek umudu vardır.

Aylin ALAGÖZ/ 2013

8 Haziran 2013

ENDİŞE EDİYORUM "EVET"


Günlerdir hastane penceresinden hayatın akışını izliyorum. Gözlerimle dokunuyorum tertemiz insanlara, elinde renkli balonlarla çocuklar geçiyor. Yaşlısı, genci, çifti, çaresizi, umutlusu, vurdum duymazı, ayyaşı süslüyor göz bebeklerimi... Gözlerimin penceresi küçücük bir dünyaya açılıyor. Ben ne renk bakıyorsam o renk oluveriyor dünyam. Sahnem benim görebildiğim kadar. 

Yağmur yağıyor sessiz ve yavaştan. Haziranın sıcağında buharlaşıp uçuveriyor gökyüzüne. Muazzam bir koku, olağanüstü bir his bırakıyor içimde. Sanki yaşama sevincim topraktan tekrar vücuduma enjekte edilmiş gibi. Gözlerimi kapatıp duygularımı anlamlandırmaya çalışıyorum bu sıcak, sessiz, terk edilmiş odada. Ben ve sandalyem eşlik ediyoruz hayatın akışına. Akmıyor gibi geliyor bana. Geçmiyor günler burada. Oyalanacak bir şeyler olmalı diyorum kendi kendime. Saçma sapan dergiler mi okusam yoksa gazete mi! İkisinden de vazgeçiyorum nedense. Bu yaşıma kadar yeterince kandırıldım zaten. Toplumsal baskının yarattığı maddi hırslara kapılmak istemiyor beynim, vücudum ve her hücrem. Biraz hayal lazım bana. Gerçekçi hayallerden bir avuç belki de...

Parmaklarımın ucuyla dokundum yüzüme, senelerin izine. Başkalarından kalma pürüzlere rastladım, hatıralara... Endişe ediyorum gelecekten. Biraz da kendimden. Çirkinleşmekten, ötekileştirilmekten, sevilmemekten, sevememekten, yaşlanmaktan... En çok da kalabalığın içinde yapayalnız kalmaktan. Endişe ediyorum , evet. Görebildiğim kadarını yaşayamamaktan. Hissettiğim kadarını paylaşamamaktan.

Hislerimle konuşuyorum bu odada. Sesli konuşmayı yasakladım kendime. Yasaklara alışkınım ne de olsa! Buna da katlanırım dedim. Hem değişiklik iyidir derler. Tekdüze insan olmayı yeğleyenlerden değilim. Belki onlar daha mutludurlar, bilemem. Demiştim ya benim baktığım yer kadar dünyam. Küçücük, renkli. Siyaha bürünmeyen, gri bulutlara kepenklerini kapatmış bir dünya.

Kolumdaki serum canımı yakıyor. Saatlerdir buradayım. Kuş sesleri gerçek mi sanrı mı ayırdımına varamıyorum. Art arda rüyalar görüp vücuduma enjekte edilen sıvı kadarını neredeyse terleyerek atıyorum. Bedenim sırılsıklam. Kendimi hiç bu kadar çaresiz görmemiştim. Bedenim ve algılarım bir odaya sıkıştırılmış sanki. Bir tıkırtı ile uyanıyorum. Pencereden gelen bir tıkırtı. Özgür (!) bir kuşun sıcak selamını almak için  başımı hafifçe çevirmek bile dakikalarımı alıyor. Bu bedeni özgür bırakmak kimbilir kaç gün daha sürecek. Endişe ediyorum, alışkanlıklarıma geri dönememekten.

Yağmur dinmiş, insanlar sokağı doldurmuş yine. Her insanın düşüncesini okuyabilseydim keşke, hikayesini bilebilseydim. Küçük dünyamdan yine bir sürü insan bir sürü hikaye geldi geçti. Dokunabildiğim yalnız benimki! Endişe ediyorum, evet. Bir gün kendi hayalime bile dokunamamaktan...

Aylin ALAGÖZ/ 2013