14 Eylül 2012

İSTANBUL




Elimde güzelliklerin dört bir köşesini aynı anda gösteren bir dürbün olsa... Çıksam İstanbul'un en yüksek tepesine...Teknolojiyle bağlarımı koparsam bir günlüğüne. Biliyorum, İstanbul hareketli, gürültülü, yorucu ama bazen de içine kapanmış yaralı bir kadın gibi suskun. Bir çocuğun gülüşü kadar masum bazen de... Canını acıtanlara hırçın, kalabalığa öfkeli... Keşfedildiklerinde keşfedilmeyi bekleyen bir genç kız gibi...Hayali olmayanların bile hayali...

İstanbul'u yaşamak bir günlüğüne istediğim... Caddelerinde yürümek, sahilinde dinlenmek, kafelerinde oturmak değil istediğim. Bu şehre uzaktan bakmak. Milyonlarca insanın üzerinden gelip geçtiği bu şehre uzaktan bakmak. Gülen yüzünü keşfetmek, acılarını dinleyip dertleşmek. Hem kendimi hem İstanbul'u anlamak. Kendi içimde bir İstanbul yaratmak...Ya da uzaktan öylece izlemek. Kendi hikayemi yazmak Eylül esintisinde.

Kendimi tatlı serinliğinde boğazın akışına bıraksam, duygularım serbest, söylediklerim hükümsüz, söyleyemediklerim yağmur damlası olsa üzerime yağsa...Kokusunu içime çeksem sevgiliyi koklar gibi. Uçup giden martılar olsam gökyüzünde. Tezatlıklarını görsem, aşklarına, kavgalarına misafir olsam... Tarihinde kaybolsam...Kötülüklerine aldırmadan yürüsem caddelerinde, dokunsam bitmek bilmeyen yaşam enerjisine...Acıları es geçsem, hafif bir melodiyle yürüsem...

İstanbul'un iki yüzü var bence. Biri elinde rengarenk balonlar tutan neşeli, heyecanlı, gülümseyen bir sevgili diğeri ise sigara dumanında boğulmuş, yorgun, cesaretsiz bir savaşçı...Bu şehirde yaşayanlar bilir, bazen biri oluruz bazen öteki...Yine de severiz bu şehri, bağlanırız ona kayıtsız. Ayrılınca özleriz. Çünkü; İstanbul yaşanması gereken en büyük aşktır. Yaşayanlar bilir...

Aylin ALAGÖZ/2012


1 yorum:

Adsız dedi ki...

bende aşığıyım istanbulun bu aşkı yaşayan bilir harikasın