10 Ağustos 2012

CAMDAN KÜRE



Camdan bir küre tutuyordu elinde... Ne anılar geldi geçti o an aklından. Boş ve donuk gözlerle küreyi elinde evirip çevirdi. Geçmiş canlandı bir anda önünde. Yaptığı hatalar, kaçırdığı fırsatlar ve pişmanlıkları bir bir hesap sordu yüksek sesle. Yosun kaplı ağlamış duvarlara döndü yüzünü ve haykırdı. "Hiçbiriniz beni anlamadınız. Sen mi anladın? Ya da sen?  Bu hayat beni bir gün olsun anlamadı! " Küreyi, camdan dışarı göle doğru fırlattı. Geçmişi fırlatıp atmak istercesine. Taştan sert yumruğunu cama geçirdi. Damarlarından akan kan onu temizliyordu adeta. Oluk oluk... Yabancı birine bürünüyordu kan aktıkça. İçindeki pislik temizlenip gidiyordu sanki.

Yine o ses "Sen bilirsin. Beni ne kadar yakınında istiyorsan o kadar yakınım sana." Aklından çıkmıyordu bir türlü bu ses. Halbuki kendi istemişti uzak olmayı, yeni bir hayat kurmayı. İşler hep kötüye gitmişti ondan sonra. Güçlü görünen adam o kadının içten söylediği bu cümleyi aklından çıkaramıyordu. Beyninde, duvarlarda, karanlıkta, denizin dalgasında, doğan güneşte, söylenen aşk şarkılarında hep bu cümle yankılanıyordu. İstese de artık dokunamazdı o cümleye, o sese, o kadına... Yitip gitmişti kadın. Ölümün soğuk kolları onu sarmalayıp içine çekmişti çoktan. Ardında kalan sadece bir söz ve hatırlardan çıkmayan gülüşüydü.

Bir sis kapladı geceyi. Buruk bir akşamın kokusu geliyordu burnuna. Masayı iki kişilik hazırladı adam: kendisi ve hatıraları... Özenle yaptı yemekleri... İki mum koydu masaya, kibritin aleviyle tutuşturdu fitili... İki kadeh koydu karşı karşıya. İşte her şey hazırdı. Bir sigara yaktı ve camdan dışarı baktı ve sanki bir hayali bekliyormuşçasına koltuğa gömülüp oturdu. Gözleri, buğulu camın ardına kilitlenip kalmıştı. Saatler geçti. Sigara üstüne sigara yaktı. Hayatının tüm kotasını o gün doldurmak istercesine çekti dumanı ciğerlerine. Mumlar, çoktan kaçırdığı fırsatlar gibi eriyip yok olmuştu bile. Geriye acı bir tortusu kalmıştı.

Bekledi...Bekledi... Bekledi... Artık hayalleri bile geri gelmiyordu. Bir fısıltı duydu "Zaman".Tek bir mirası vardı: gölün dibindeki camdan küre. İki boş kadeh gibiydi hayatı... Karşılıklı duran iki yabancı ve şarabın kırmızısından mahrum kalan kanla doldurulmuş iki kadeh... "Zaman" diye haykırdı duvarlara adam "Zaman!!!!"

En acımasız silahtı işte geçen zaman, yitip giden zaman, geri döndürülemeyen zaman, yaşanmamış zaman...

Aylin ALAGÖZ/ 2012


Hiç yorum yok: