25 Kasım 2012

YOL HARİTALARI




Yollarda olmak ona keyif veriyordu. Attığı her adımda kalbinin hızla çarptığını hissediyor içine pürüzsüz bir enerji doluyordu. Hızlı giden şeyleri sevmiyordu. Uçak, araba, hızlı tren hiç ona göre değildi. Doğanın tadını çıkaramadan gözünün önünden kayıp gidiyordu manzaralar. Güzellikleri hızla tüketmek doyumsuz olmaya sebep değil miydi zaten! Zamanı ağır çekim yaşamalıydı bazen. Sindire sindire olmalıydı. Uzun uzun solur gibi havayı... Dokunarak gökyüzüne, hissederek toprağın soğukluğunu ve canlılığını...Düşünceleri yavaşlatarak beyninde, bahar temizliği yapar gibi tüm hücrelerinde...

Bisikletini ve renkli sırt çantasını alarak doğaya doğru yola çıktı. Tek başına olmalıydı, aklını bulandıracak hiçbir zihne ihtiyacı yoktu bu yolculukta. Ne bir anı ne bir his istiyordu artık. Enkazlardan uzak durmalı yeni bir duvar inşa etmemeliydi artık. Hayat oyunundan yorulmuş, insanların karmaşıklığından haylice sıkılmıştı.

Eski bir defterinin arasında kendi el yazısıyla yazılmış silik bir harita bulmuştu iki gün önce.Kırmızı bir kalemle koca bir puntoyla işaretlenmişti dere kenarında ceviz ağacının olduğu yer. Ne zaman yapmıştı, neden orayı işaretlemişti bilmiyordu. Zihninin derinlerine inmek istercesine gözlerini kapattı ve anımsamaya çabaladı. Sesler, kişiler, mekanlar birbirine girdi. İstediği bilgiyi çıkaramadı bu koca bataklıktan.

Çocukluğu geldi ansızın aklına. Elinde defter, yere oturup kaldı. Gözlerine çocukça bakışları yerleşti o an. Kendini görüyordu adeta araladığı geçmiş perdesinden. Tozlu bir sahnedeydi. Elinde eski moda bir mikrofon, mor işlemeli mini elbisesi, müziğin ritmiyle dans eden altın sarısı saçları... Söylediği şarkıyı duyamıyordu. Duyması da gerekmiyordu zaten. Keyifli bir şarkı olduğu çocuk bakışlarından anlaşılıyordu...O anda sahne şiddetli bir şekilde sarsılmaya başladı. Büyük bir toz kütlesi sardı etrafı. İnsanlar kaçışmaya başladı. Kendiyle göz göze geldi. Küçük kız elini uzattığı anda sahne çöktü ve altında kaldı. Kulaklarında hiç bitmeyen bir uğultu, gözlerinde gri tabakalar.Sonrası hafıza kaybı...

Hastanede geçen onca gün... Tanımadığı insanların oluşturduğu bir geçmiş... Hatırlamaya çabalamak ve etraftakilerin acıyan bakışları...Seneler hep böyle geçti. Bilmediği anıları yaratıp onlara inanarak. Kendine uydurulmuş bir geçmiş tasarlayarak. Şimdi ne yapmalıydı neye inanmalıydı? Geçmişteki neşeli kızın peşinden mi gitmeliydi yoksa pes mi etmeliydi? Aklını kemiriyordu o işaretli yer. Gidip görmeliydi sonunda hiçbir şey elde edemese bile.

Bisikletiyle çıktığı bu yolculukta bulmak istediği tek şey geçmiş olmamalıydı. İçinde kaybolmuş benlik taşlarından birkaç tanesini de bulup yerlerine yerleştirmeliydi. Saatler aktıkça yollar azalıyor, pedal çevirmekten bacakları inanılmaz derecede ağrıyordu. Her şeye rağmen doğada gördüğü ilginçlikleri fotoğraflamaktan geri kalmıyordu. 

Haritada işaretli yere çok az kalmıştı. Geçmesi gereken ağaçlık bir yer vardı. Oraya bisikletle girmesi imkansızdı. Dik yamaçlar ve kayalarla dolu bir yerden aşağı inince dereye ulaşacaktı. Bisikletini yol kenarında bırakıp çantasını sırtına taktı. Havanın kararmasına dakikalar kalmıştı. Hızlı hareket ederse hava kararmadan hedefine ulaşabilirdi. Kayalar tahmin ettiğinden de fazla ve keskin hatlıydı. Ne kadar dikkatli davransa da bir iki defa tökezleyerek düştü. Dizinde ve dirseğinde ufak sıyrıklar oluştu. Ayağının altından kurumuş yapraklar kayıp gidiyordu.Ayaklarının çıkardığı çıtırtıdan hiç hoşlanmadı. Dik bir yamaçtan neredeyse yuvarlanarak aşağı indi.

Çakıl taşlarıyla çevrili dereye ulaşmıştı işte. Suyu çok az ve oldukça yosunluydu. Elleri titreyerek cebinden haritayı çıkardı. İşaretli yere dikkatlice baktı. Büyük ceviz ağacının dibini gösteriyordu işaretli yer. Derenin kenarında gözleriyle ceviz ağacını aramaya koyuldu. Galiba yanlış yerdeydi. Etrafta ceviz ağacı falan yoktu. Bunu çizen kendisi olsa bile küçük bir kızın hayal gücünden ibaret olabileceği aklına bile gelmemişti. Kendi kendine gülmeye başladı.Halbuki kendine söz vermişti geçmişin peşinden gitmeyecek, yeni anılara yer vermeyecekti.

Sarmaşıklardan görünmeyen bir ağacın dibine oturdu ve derin bir nefes aldı. Haritayı buruşturup dereye doğru fırlattı. Süzülerek gidişini seyretti. Hafızasını kaybettiği depremden yalnızca bir sahne hatırladı. Çığlıkları, yok oluşları... En çok da kendi çaresizliğini, geçmişe dair silinen birçok anısını. Geriye getirmek ona mutluluktan çok acı verecekti. Seneler boyu hatırlamaya çabaladığını ve bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az bir anıyı hatırlayabildiğini fark etti. İnsanlar bu süreçte onu çok yormuştu. Bir de onların ikiyüzlülüğü ile tanışmak zorunda kalmıştı. 

Doktorunun dediği gibi derin derin nefes aldı. Gözlerini geçmişten arındırarak geleceğe kapattı. Hava yavaş yavaş kararırken sırtını dayadığı ağacın ceviz ağacı olduğunu fark etmedi bile...

Aylin ALAGÖZ/ 2012



Hiç yorum yok: