Dalga dalga dökülürken saçları omuzlarına nefesini tuttu ve heyecanını sönükleştirmeye çalıştı. Elinde, yanından bir an olsun ayırmadığı küçük not defterini sıkıca tutuyordu. Elindeki ter bezleri ve yaşamının derin parmak izleri defterin deri kapağına nüfuz etmişti. Zaman geçmek bilmezken ayaklarının durmak bilmez ritminden bunalmıştı. Kıvrak bir hareketle defterin sayfalarını hızlıca çevirdi. Histen öte yaşadığı zaman dilimlerinden birinin ona yol göstereceğini umuyordu. İçselleştirdiği o kadar çok şey vardı ki! Gerçeklerin sıkıcı tavrı ona göre değildi.
Sanki güneşin ellerini taşıyormuşçasına sıcacıktı parmakları. Sayfaları hırpalayarak çevirdi ve upuzun çarpık harflerle dolu bir yazıda durdu. Olduğu gibi anlatamadığı anlar vardı yazdığı notta. İnsanlardan kendini soyutlaştırdığı, kendi hayal dünyasında somutlaştığı bir akşam yazmıştı bu notu. Elini yazının üzerinde yavaşça dolaştırdı. Ruhunu ruhuna eşledi. "Aynı lambaların aydınlattığı farklı hayatlardık." diye başlamıştı yazıya. Hayalini gerçekle buluşturamadığı buruk, kayıp ve oldukça kırık cümlelerle devam ediyordu yazı. Kendini tanıyamadı yine bu yazıda. Sarılmanın verdiği bir huzur aradı etrafta. Kokusunu içine çekip saatlerce sarılabileceği bir beden, bir bedenden de öte kendi eşdeğer ruhunu aradı. Bulamadı...
Dolan gözleri bu saçma sapan hikayeden hızla uzaklaşmak istedi. Sayfalar rastgele çevrildi. Bu sefer de sonu gelmemiş bir cümleyi buldu kalbi. Yaşlanmayan gözleri bu yazıya takılı kaldı yine. "Nahoşluğum oyalanırken..." Geçmişin külleri kıvılcımlanmaya başlarken beyninde, su dökmeliydi fazlasıyla "aşk" içeren bu deftere... Heyecanını daha da katmerleştirip defteri sehpanın üzerine koydu. Ondan ve içindeki anılardan kurtulması gerekiyordu. Atmak mıydı çare yoksa yakmak mı? Karar veremedi... Saçlarını ensesinde sıkıca topladı, aynadaki yaşlı yüzüne baktı. Onu rahatsız eden; o kadar çok şey görmesine rağmen bir türlü yaşlanmayan gözleriydi. Sadece biraz yorgunlardı o kadar.
Sabah güneşinin büyüleyici ışığıyla buluşmak için araladı kalın perdelerini. Kendini koltuğa bıraktı ve titrek elleri kendi sigarasını yaktı. Dumanı içine çekerken başka hayatların yol haritaları geldi aklına. Düzgün, doğasına göre ilerleyen insan öyküleri. Çamura bulanmamış yaşamlar, riskle yoğrulmamış hayatlar, acıdan nasibini almamış bedenler... Derin bir gülümseme belirdi yüzünde. Sigarasını söndürdü. Banyoya doğru yavaşça yürüdü, gün ışığını ardında bırakarak.
Suyla doldurulmuş küvetin kenarına oturdu. Elini suya değdirdi, küçük dalgalar yarattı parmaklarıyla. Üzerindeki ekru saten geceliği omuzlarından kaydırarak çıkardı. Çırılçıplak bedeni ılık suyla buluştu. Hayalini somutlaştırmak için gözlerini kapattı, nefesini tuttu ve suyun içinde saatlerce kaldı. Kim bilir kaç sabah güneşi ardında kaldı. Ardında kaç kahkaha, kaç hikaye. kaç insan bıraktı... Bugün onun doğum günüydü...
Aylin ALAGÖZ/ 2013
2 yorum:
Nazım Hikmet'in de dediği gibi ;
" Belki ben
o günden
çok daha evvel,
köprü başında sallanarak
bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım.. "
"...Etrafta mükemmel bir gecenin,
ışıklı kaldırımları
Ve yeni şarkılar söyleyen,
Yeni insanların adımları..."
Yorum Gönder