30 Ekim 2012

AYKIRI DÜNYALAR




Neyin boş vermişliği şimdi bu,
Neyin son bulmuşluğu dersin,
Yutkunurken tuzlu anılarımı,
Sıyrılmak için açtığım o kapılarını...

Neyin sanrısıydı şimdi bu,
Diriliş miydin yok oluş mu,
Ön görememek gibiydin,
Aklımın bana vurduğu tokat gibi.

Neyin telaşındasın şimdi,
Kendine olan inancının mı,
Aldığın her yudumda,
Uyuşturduğun duygularının mı...

Neyin çabasındayım şimdi,
Senin mi gülüşünün mü,
İçimde sessiz, boş merdivenler gibi,
Duruşun soğuk, bir hayalet sanki.

Neyin gölgesiyim şimdi,
Pare pare bedenlerin mi,
Yine aynıyım yine ayrı...
Yaşanmamış her bir masal gibi...

Aykırı dünyalarda kaldı aklım.
Ulaşamadığım yıldızlarda,
Yükümü taşıyamayan gemilerde,
Yarınlara kaldı yine yarınlara.
Gitmek mi dedim uzaklara,
Az kaldı dedim zamana...

Aylin ALAGÖZ/ 2012

25 Ekim 2012

BEYAZ PİYANO




Tıka basa oyuncaklarla dolu bir dükkanın alt katında minik boya izleri olan duvara bakıyordu. Hangi çocuk kim bilir hangi hayalini canlandırmıştı minik fırça darbeleriyle? Hangi oyunları, hangi sevinçleri, hangi masalları anlatıyordu? Kim bilir! Belki de notalardan bir şarkıydı o minik izler. Hayatının ritmi belki de...Bir melodi duydu derinlerden. Bir çocuk, neşeli bir şarkı çalıyordu. Hem de piyanoyla!

Sisle aydınlanmış bir depoyu andırıyordu burası. Kumral saçlı çocuk, beyaz bir piyanonun başında minik parmaklarını dans ettiriyordu. Hayranlıkla izledi. Çocukken o da çalardı. Saatlerce piyanonun başından ayrılmaz, rüyasında bile piyanosunu özlerdi. Kendi piyanosuna ne kadar da çok benziyordu. Bir keresinde piyanonun yanında duran kocaman seramik vazo devrilmiş ve piyanonun ahşabına zarar vermişti. Günlerce üzüldüğünü hatırladı, boğazı düğümlendi. Gözlerini yavaşça kapattı karanlığa, ruhunun kanatlanıp hafiflediğini hissetti bir an. Tüm çocukluğu gözlerinin önünden geçip gitti adeta. Dokunmak istercesine elini uzattı yaşanmışlıklarına. Eli havada asılı kaldı.Yaşlanmamış gözleri aralandı ve piyanonun ayağına bakakaldı. Gördükleri çok saçmaydı. Bir an irkildi! Bu onun piyanosuydu ve  kumral çocuk da kendisi !

Nefessiz kaldığını hissetti ve derin bir "ahhhh" sesiyle başını sudan çıkardı. Suyun altında uyuyakalmıştı.Yine çocukluğunu düşünmüş, eski perdeleri aralamaya çalışmıştı. Dakikalarca öksürdü. Islak bedenine baktı, buruşmuş ellerine. Vücuduna değen her su tanesi canını yakıyordu artık. Kulağında bir çınlama hissetti. Su sesi o kadar huzur bozucu çıkıyordu ki, yılanlar tıslıyordu sanki kulağında. Bedenindeki izleri temizlemek için derisini kanatırcasına sabunladı. O anda şişmiş karnını fark etti. Bir an önce bu şişlikten kurtulması gerektiğini biliyordu. Çocuklardan nefret ediyordu. Kendi çocukluğundan bile!

Havluya sarınarak çıktı banyodan. Boy aynasında çıplak vücudunu seyretti. Karnındaki tuhaflık dışında her şey mükemmeldi. Başının döndüğünü hissetti, kafasındaki seslerin karmaşıklaştığını. Zamanın geriye doğru akmasının mümkün olamayacağını hissetti. Hataların telafisinin aslında hiç olmadığını. Kesici bir alet aradı etrafta, bir jilet gözüne takıldı. Fazla düşünmeden eline aldı ve ustaca karnını yardı. Ilık kan bedeninden aşağıya doğru süzülüyordu. Nefes alıp verişleri hızlandı, elleri uyuştu, bayılacak gibiydi. Atik davranarak rahmini avuçladı ve cenini çıkardı. Bembeyaz bir sis  kapladı gözlerini, kulaklarında piyano sesiyle yere yığıldı.

Yeşil önlüklü bir sürü hastane görevlisi ona bakıyordu. Görüntü ve sesler karmaşıktı, algılayamıyordu. Annesinin sesini duydu sanki çok uzaktan. "Kızım, artık uyan. Geç kalacaksın işine!" Beyaz sis perdesi birden aralandı. Kendi yatağındaydı ve her şey normaldi. Yarıma yaklaşan saat dışında tabii. Yorganı üzerinden fırlattığı gibi hemen boy aynasına koştu. Karnı şiş falan değildi. Anlamsız bir gülümseme yerleştirdi yüzüne ve haykırdı "Hala çocuklardan nefret ediyorum galiba!"

Aylin ALAGÖZ/ 2012

22 Ekim 2012

KIRMIZI BALONLAR




Çocukça düşlerin kahramanıydık,
Kocaman bir kahkahaydık,
Işıl ışıl bakışlarda.
Gelecek, önümüzde bembeyaz bir perde,
Oynanmamış bir piyes...

Bir tiyatro oyunu gibiydik,
Bir oyuncusu hep eksik.
Sen ve ben...
Umut vaat eden yetenekler gibi,
Kabına sığmayan yarınların ateşi.

Çocuktuk henüz,
Siyah perdelerimizden arınık,
Gerçekle aramızda koca bir bıçak kesiği...

Kırmızı balonlardık seninle,
Havada hızla yükselen,
Maviyle buluşan,
Özgürlüğe karışan.

Gözlerimi kapattığımda ordasın hala,
Gülüşün yanı başımda,
Huzurlu taptaze bir anısın.
Çocukluk arkadaşıydık biz...
Bir zamanlar aynı güneşle aynı zaman dilimini paylaşan...

Aylin ALAGÖZ/ 2012


20 Ekim 2012

SONSUZ




Histerik anlardan ibarettir
Sevgi, sevinç
Muhtemel bir hapistir
Gönlümün son bulduğu kilit

Sönmüş bir sigara kadar
Dumansız bitiş
Yok olduğun zaman toplamı
Sonsuzluğu bulamadığın
Aramaktan vazgeçtiğin direniş

Büründüğün benliğin
Aslında ayakta kalmış
Yaşayan tek umut hücrelerin
Öğrenmeyen ruhun
Akıllanmayan içsel bir bakış

Avuçlarından dökülen kum taneleri
Yitip giden zamanın hikayeleri
Geçmişinin kalıntıları
Sarsılıyor hiç şüphesiz
Beyninin diriliş atölyeleri

Buruşuyor hayat
Son buluyor dudaklar
Bir hisle,
Karanlıkla,
Sonsuzla,
Göğe doğru bakan beyazlıklarla...

Aylin ALAGÖZ/ 2012

16 Ekim 2012

DOMİNO




Gün batımının esrarengiz renk karışımından yapılmış büyülü bir kolye taşıyordu yanık teninde. Ne zaman başına kötü bir şey geleceğini hissetse kolyeyi ufacık ellerinin arasına alıp sanki ona devasa bir enerji yüklüyordu. Beyni uyuşuyor, duyguları karmaşıklaşıyor ve özenle yaptığı mihenk taşları bile yerinden oynuyordu böyle anlarda. İçindeki tüm domino taşları ardı sıra yıkılıyordu ayakta kalmamacasına. DNA zinciri bile paramparça oluyor sanki yeni bir benlik yaratıyordu tanıyamadığı benliğinde...

Özenle kurulmuş bir hayattı onunki. Dikenlerden, siyahtan, çamurdan uzaktı. Evet ona göre öyleydi işte! Her yaşını çok sevmiş, gerektiği gibi yaşamış, hayatın suları hiç dizini geçmemişti bile. O kendi tabiriyle "iyi" oldukça zıt kutupları kendine doğru çekmiş; kötüleri ve tezatlıkları cımbızla çeker gibi bulmuştu gelecekteki "düzgün" hayallerine inat. Kalbinin minik bir köşesinde kalmıştı inancı: kilitli, hiçbir zaman açılmayacak tek mirasıydı adeta.

Kolye yine avuçlarındaydı ve aklında yine "yıkılan" düşünceler. Tuzla buz olan hayaller... Çekip gitmek istiyordu buralardan. Beklemek doğum sancısı gibi geliyordu. Hayır hayır!! Kesinlikle beklemeyecekti!! Bavulunu topladı, anılarının bir çoğunu almadığını fark etti. "Böylesi çok daha iyi, yenilerini yaratmak için kendime fırsat veririm." diye içinden geçirdi. Yenilenmek için gitmesi gerekiyordu. Kilometrelerce uzağa, tanınmayan yüzlere, yerlere ulaşıncaya kadar gitmeliydi. Terk etmeliydi onu terk edenleri, belki kendini bile. Evet, gerekirse kendini bile terk edecekti! Belki adını bile yeniden koyar, yeniden doğardı. 

Biraz cesaret koydu bu kez bavulunun bir köşesine. Bunca yıldır hiç harcamadığı cesaretini. Biraz da acımasızlık koydu hiç kullanmadıklarından. Değişim onun zaferi olacaktı ya da küle dönüşümü. Göze alması gerekiyordu her şeyi. Yenilenmek için bazen ölmek de gerekirdi zaten. Kolyeyi boğazından çıkarıp attı. Boynunda hafif kan izleri kalmıştı. Hayatında kalan izlerin yanında hiçbir değeri olmayan izlerdi bunlar. Hafif bir gülümseme taktı yüzüne, yeni hayatına doğru yola koyuldu. 

Küçük taş bir köprüden geçti. Dinlenmek için nehrin kıyısına inip ayakkabılarını çıkardı. Akan suya öyle bir kilitlemişti ki gözlerini elleri kolyesini aradı: yoktu. Elini kalbine götürdü, inancını aradı. Yoktu!! Arkasına baktı hiç kimse yoktu! Ellerine baktı: bomboştu...Nehre doğru yavaş yavaş yürüdü. Bu sefer nehrin suları hayatının sularını geçmişti işte... Sessizliğe gömülen yeni hayatı buydu işte. Soluksuz kalana kadar yürüdü yürüdü yürüdü... Sonsuzluğu keşfedenlerden oldu...

Aylin ALAGÖZ/ 2012

12 Ekim 2012

BİR SES



Bir ses geçiyor aklımdan
Gecem yine bölünüyor
Uykusuzluklara...
Ardı görünmeyen bir bulut sanki
Gözümün ucunda bir damla

Yalnızlıklar çoğalıyor
Sesler,hisler daha derinden
Son dansını yapıyor gölgeler
Yitip giden ritüeller

Uzak kalıyor tenler
Dokunuşlar, bakışlar
Küsmüş sanki "biz" cümleler
Sen ve ben olmuş yeniden
Ana rahmindeki gibi beden

Uyumak istiyor hücrelerim
Bilinmez bir huzurla
Aydınlanmak için geceye
Hakikatten resim çizmek için belki de

Cümleleri çıkarmak hayattan
Kalıp yargılara veda etmek
Yeni bir ten yaratmak tenimde
Yarınların çoğalan dünyasında
Geçmişte geleceği yaşayanların rüyasında

Aylin ALAGÖZ/ 2012

6 Ekim 2012

"NEREDEYSE..."


Şaşkınlıkla kalakaldı o cümleyi duyduğunda.Ne yapacağını, ne söyleyeceğini, ne hissedeceğini bilemedi. Boğazını kaynar bir su gibi yaktı o cümle.Düğüm düğüm oldu düşüncelerinde.İnanmamak istercesine baktı o gözlere. Kendine inandırmak düşüncesiyle...

"Neredeyse aşık olacağız birbirimize..."

O dudaklardan dökülemezdi bu anlamsız sözler. Uzun zamandır keyifli vakit geçirdiği biri sarılarak ve gözlerinin içine bakarak nasıl böyle bir şey söylerdi! Aşka inancını nasıl yerle bir ederdi? En kötüsü de karşılıklıymış gibi görünen duyguların sahte çıkması. İstanbul gibiydi işte gözleri. Muhteşem bir güzellikte ama riyakar.Çiçek dürbününden büyülü bir bakıştı bakışları, renk renk. Her seferinde başka bir desene dönüşen. Oysaki ömürlük hazırlamıştı o gözlere o ruhta yerini. Ve her seferinde yankılanan o ses...

"Neredeyse aşık olacağız birbirimize..."

Zihnindeki imgelerin birbirine girdiğini hissetti. Anların çoğaldığını, çoğaldıkça anlamsızlaştığını... Islak, çamurlu bir sokaktan geçer gibiydi ruhu. Göreceliydi elbette bu devirde her şey. "Temizlik" bile göreceli... Bir tek şeyden emindi artık.Hayatın pisliklerine bulanmıştı işte. Hisleri ona yalan söylüyordu. İnsanlar başka bir oyunun içindeydi ve o oyunun kurallarını bilmiyordu. Herkes başka dilde konuşuyordu artık. Zihninde hala o ses...

"Neredeyse aşık olacağız birbirimize..."

"Unutmak" kelimesi ne kadar da üstü kapalı ve anlaşılmazdı. O neden unutamıyordu zihninin oyununu, insanları, yaşadıklarını...Hepsi üst üste birikip canını acıtmaya yetiyordu. Oysa insanlar unutkan varlıklardı. O neden unutamıyordu? Varoluşunu mu reddediyordu zihni? Bedenine mi sığamıyordu duygular? "Unutmak" acının içinde güzellikleri anlatan bir kelimeydi. Keşke ona sahip olabilseydi. Ve hala aklında o cümle...

"Neredeyse aşık olacağız birbirimize..."


Aylin ALAGÖZ/ 2012