12 Kasım 2012

YARIM BİR HİKAYE




Rüzgarın hafifçe yüzünü okşadığı o puslu akşamda hayatında farklı şeyler olacağını hissediyordu. Daracık, küf kokan, ahşap yapılı bir sokaktan geçerken önünde neşeli bir kadın belirdi. Hem de yalnız! Hiç tahmin etmezdi o kadının peşinden gideceğini. Aklı ne yaptığını sorgulayıp engel olmak istese de ayakları müthiş bir hızla söz dinlemiyorlardı. Kadının ardı sıra gitmeye başlamışlardı bile. Etrafta kimsecikler yoktu. Korku filmlerinden kalma ucuz bir sis sahnesi yaşanıyordu adeta. Kendine gelmek istercesine bir an duraksadı ve yüzünü silkti. Ne yapıyordu böyle! Bu saçma sapan bir şeydi ve buna son vermesi gerekiyordu! Aklında milyonlarca kelime birbiriyle çarpıştı. Daha da karmaşıklaştı zihni. Gözlerini kapattı ve aklıyla bu duruma engel olamayacağını anladı. Bedeni onu bir şeye doğru sürüklüyordu. Vermesi gereken bir sınavdı belki bu da. Hayatta geçtiği saçma sapan sınavlardan biriydi işte. Umursamaz tavırlarla kadını takip etmeye devam etti.

Havanın ağırlaştığını hissedebiliyordu. Burnunun ucu buz kesmişti. Ellerinin titrediğini fark etti bir an. Acaba kadın onun varlığını hissetmiş miydi? Oysa geçen on dakika boyunca yürüyüş hızını hiç bozmamış arkasına bakmamıştı bile. Fark etse etrafa şüpheli bakışlar atmaz mıydı! Neden bu kadını takip ediyordu şimdi? Kimdi bu kadın? Aklı neden onu durduramıyordu? Dalgalı kumral saçları vardı kadının. Üzerindeki kıyafetlere bakılırsa otuzlarında genç bir kadındı. İş çıkışı evine yürüyor olmalıydı, belki de çocukları vardı. Yüzünü görebilseydi keşke. O zaman mutlu olup olmadığını anlayabilirdi. Yüzündeki çizgilerden acılarını okuyabilirdi. Keşke bir kere olsun dönüp arkasına baksa diye geçirdi içinden.

Yarım saat boyunca ara sokaklardan yürümeye devam ettiler. Adam, kadının nasıl biri olduğunu analiz ediyordu kafasında. Bugüne kadar hayatına giren kadınların özellikleri geliyordu aklına. Bir yap bozun parçalarını tamamlar gibi hiç tanımadığı bu kadının parçalarını doğru yerleştirmeye çabalıyordu. Boş bir tiyatro sahnesinde gibiydi şimdi. Oyuncular kayıp ve oyun hala devam ediyordu sanki. Kadın durdu ve sağ tarafta iki katlı ahşap bir evin kapısına doğru yöneldi. Büyük çantasından anahtarını çıkardı. Demek ki evde kimse yoktu. Onu bekleyen bir eşi ve çocukları yoktu.Yalnız yaşıyor olmalıydı. Tek bir hamlede kapıyı açtı ve içeri girdi kadın. Adam beş metre öteden kadının eve girişini seyretti. Ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu.

Yüzünü görmese bile o kadındaki tuhaf enerji onu buraya getirmişti. Belki de yıllardır aradığı ama hiçbir zaman bulamadığı ve en sonunda vazgeçtiği ruh eşiydi o kadın. Beynindeki bu aptalca soruların yanıtını bulmak istiyorsa yüzleşmesi gerekiyordu. O zili çalmalı ve kadının yüzünü görmeliydi en azından. Bunu yapmalıydı. Evin önüne kadar geldi. Başını hafifçe kaldırıp yanan sarı ışıklara baktı. Eli zile uzandı ve bir anda çalmaktan vazgeçti ve koşar adımlarla oradan uzaklaştı.

Hayatında hiçbir şeye cesaret edememişti bugüne kadar. Bu da yarım kalmış bir hikaye oldu onun hayatında. Başaramadığı yığıntılara bir ek sadece. Zili çalsaydı belki hayatının yönü değişecekti; ama yapamadı. Yapamazdı...Kendi hayal dünyası tek kişilikti ve duvarları oldukça kalındı. Ne bir değişime ne bir yeniliğe ihtiyacı vardı.Yaşamında farklı şeyler olacağı hissini söküp atmalıydı.Hayatın mayasını kaçırmak konusunda usta olan biri bunu yapamazdı. Çünkü; onun adı cesaretsizlikti...

Aylin ALAGÖZ/ 2012



Hiç yorum yok: