Gün batımının esrarengiz renk karışımından yapılmış büyülü bir kolye taşıyordu yanık teninde. Ne zaman başına kötü bir şey geleceğini hissetse kolyeyi ufacık ellerinin arasına alıp sanki ona devasa bir enerji yüklüyordu. Beyni uyuşuyor, duyguları karmaşıklaşıyor ve özenle yaptığı mihenk taşları bile yerinden oynuyordu böyle anlarda. İçindeki tüm domino taşları ardı sıra yıkılıyordu ayakta kalmamacasına. DNA zinciri bile paramparça oluyor sanki yeni bir benlik yaratıyordu tanıyamadığı benliğinde...
Özenle kurulmuş bir hayattı onunki. Dikenlerden, siyahtan, çamurdan uzaktı. Evet ona göre öyleydi işte! Her yaşını çok sevmiş, gerektiği gibi yaşamış, hayatın suları hiç dizini geçmemişti bile. O kendi tabiriyle "iyi" oldukça zıt kutupları kendine doğru çekmiş; kötüleri ve tezatlıkları cımbızla çeker gibi bulmuştu gelecekteki "düzgün" hayallerine inat. Kalbinin minik bir köşesinde kalmıştı inancı: kilitli, hiçbir zaman açılmayacak tek mirasıydı adeta.
Kolye yine avuçlarındaydı ve aklında yine "yıkılan" düşünceler. Tuzla buz olan hayaller... Çekip gitmek istiyordu buralardan. Beklemek doğum sancısı gibi geliyordu. Hayır hayır!! Kesinlikle beklemeyecekti!! Bavulunu topladı, anılarının bir çoğunu almadığını fark etti. "Böylesi çok daha iyi, yenilerini yaratmak için kendime fırsat veririm." diye içinden geçirdi. Yenilenmek için gitmesi gerekiyordu. Kilometrelerce uzağa, tanınmayan yüzlere, yerlere ulaşıncaya kadar gitmeliydi. Terk etmeliydi onu terk edenleri, belki kendini bile. Evet, gerekirse kendini bile terk edecekti! Belki adını bile yeniden koyar, yeniden doğardı.
Biraz cesaret koydu bu kez bavulunun bir köşesine. Bunca yıldır hiç harcamadığı cesaretini. Biraz da acımasızlık koydu hiç kullanmadıklarından. Değişim onun zaferi olacaktı ya da küle dönüşümü. Göze alması gerekiyordu her şeyi. Yenilenmek için bazen ölmek de gerekirdi zaten. Kolyeyi boğazından çıkarıp attı. Boynunda hafif kan izleri kalmıştı. Hayatında kalan izlerin yanında hiçbir değeri olmayan izlerdi bunlar. Hafif bir gülümseme taktı yüzüne, yeni hayatına doğru yola koyuldu.
Küçük taş bir köprüden geçti. Dinlenmek için nehrin kıyısına inip ayakkabılarını çıkardı. Akan suya öyle bir kilitlemişti ki gözlerini elleri kolyesini aradı: yoktu. Elini kalbine götürdü, inancını aradı. Yoktu!! Arkasına baktı hiç kimse yoktu! Ellerine baktı: bomboştu...Nehre doğru yavaş yavaş yürüdü. Bu sefer nehrin suları hayatının sularını geçmişti işte... Sessizliğe gömülen yeni hayatı buydu işte. Soluksuz kalana kadar yürüdü yürüdü yürüdü... Sonsuzluğu keşfedenlerden oldu...
Aylin ALAGÖZ/ 2012
2 yorum:
aaaaaaaaaaa güzeldi
teşekkür ederim :)
Yorum Gönder