25 Ekim 2012

BEYAZ PİYANO




Tıka basa oyuncaklarla dolu bir dükkanın alt katında minik boya izleri olan duvara bakıyordu. Hangi çocuk kim bilir hangi hayalini canlandırmıştı minik fırça darbeleriyle? Hangi oyunları, hangi sevinçleri, hangi masalları anlatıyordu? Kim bilir! Belki de notalardan bir şarkıydı o minik izler. Hayatının ritmi belki de...Bir melodi duydu derinlerden. Bir çocuk, neşeli bir şarkı çalıyordu. Hem de piyanoyla!

Sisle aydınlanmış bir depoyu andırıyordu burası. Kumral saçlı çocuk, beyaz bir piyanonun başında minik parmaklarını dans ettiriyordu. Hayranlıkla izledi. Çocukken o da çalardı. Saatlerce piyanonun başından ayrılmaz, rüyasında bile piyanosunu özlerdi. Kendi piyanosuna ne kadar da çok benziyordu. Bir keresinde piyanonun yanında duran kocaman seramik vazo devrilmiş ve piyanonun ahşabına zarar vermişti. Günlerce üzüldüğünü hatırladı, boğazı düğümlendi. Gözlerini yavaşça kapattı karanlığa, ruhunun kanatlanıp hafiflediğini hissetti bir an. Tüm çocukluğu gözlerinin önünden geçip gitti adeta. Dokunmak istercesine elini uzattı yaşanmışlıklarına. Eli havada asılı kaldı.Yaşlanmamış gözleri aralandı ve piyanonun ayağına bakakaldı. Gördükleri çok saçmaydı. Bir an irkildi! Bu onun piyanosuydu ve  kumral çocuk da kendisi !

Nefessiz kaldığını hissetti ve derin bir "ahhhh" sesiyle başını sudan çıkardı. Suyun altında uyuyakalmıştı.Yine çocukluğunu düşünmüş, eski perdeleri aralamaya çalışmıştı. Dakikalarca öksürdü. Islak bedenine baktı, buruşmuş ellerine. Vücuduna değen her su tanesi canını yakıyordu artık. Kulağında bir çınlama hissetti. Su sesi o kadar huzur bozucu çıkıyordu ki, yılanlar tıslıyordu sanki kulağında. Bedenindeki izleri temizlemek için derisini kanatırcasına sabunladı. O anda şişmiş karnını fark etti. Bir an önce bu şişlikten kurtulması gerektiğini biliyordu. Çocuklardan nefret ediyordu. Kendi çocukluğundan bile!

Havluya sarınarak çıktı banyodan. Boy aynasında çıplak vücudunu seyretti. Karnındaki tuhaflık dışında her şey mükemmeldi. Başının döndüğünü hissetti, kafasındaki seslerin karmaşıklaştığını. Zamanın geriye doğru akmasının mümkün olamayacağını hissetti. Hataların telafisinin aslında hiç olmadığını. Kesici bir alet aradı etrafta, bir jilet gözüne takıldı. Fazla düşünmeden eline aldı ve ustaca karnını yardı. Ilık kan bedeninden aşağıya doğru süzülüyordu. Nefes alıp verişleri hızlandı, elleri uyuştu, bayılacak gibiydi. Atik davranarak rahmini avuçladı ve cenini çıkardı. Bembeyaz bir sis  kapladı gözlerini, kulaklarında piyano sesiyle yere yığıldı.

Yeşil önlüklü bir sürü hastane görevlisi ona bakıyordu. Görüntü ve sesler karmaşıktı, algılayamıyordu. Annesinin sesini duydu sanki çok uzaktan. "Kızım, artık uyan. Geç kalacaksın işine!" Beyaz sis perdesi birden aralandı. Kendi yatağındaydı ve her şey normaldi. Yarıma yaklaşan saat dışında tabii. Yorganı üzerinden fırlattığı gibi hemen boy aynasına koştu. Karnı şiş falan değildi. Anlamsız bir gülümseme yerleştirdi yüzüne ve haykırdı "Hala çocuklardan nefret ediyorum galiba!"

Aylin ALAGÖZ/ 2012

Hiç yorum yok: