Rüyalarında gerçeği yaşayan biriydi, uyandığında en büyük kabusu başlıyordu: yaşamak...Gün bitimine kadar uyuşmuş duygularını su yüzüne çıkarmadan yaşamayı becerebildiyse kahvesini daha keyifli içiyor, sigarasının dumanları ciğerlerini bir sevgili gibi sarıp sarmalıyordu.Uzun ve kasvetli düşüncelerden uzak durmaya çalışıyor kurduğu mutluluk düşlerinde yaşıyordu. Yapılacak işleri yapıp vücudunu derin bir keyfe devretmek için yatağına uzanıyordu.
Üst üste yığılan karmakarışık renklerin içinde kahverengide karar kılan tuhaf hayatını düşündü bu gece. Ya o başaramamıştı ya da hayat ona saçmalıklarını art arda sunmuştu. "Neden ben?" demek de gereksiz bir cümleydi ona göre. Gerçekten mutlu, aradığını bulan kaç tane insan vardı ki? Sadece kendini inandırmış, kandırmış insanlar vardı. Sahte mutluluk sarhoşları!!!
Hayatı izlemekti çoğu zaman yaptığı... Ne zaman hayatın içine doğru bir adım attıysa sert bir rüzgar onu çemberin dışına itti. Kimileri buna "şans" diyordu, kimileri de "kader"... Bir tek o biliyordu sert kayalara çarptığını. Anlamaya çalışmak bazen anlaşılamamaya sürükler ruhu. Kapandıkça kapanır düşünceler, duygular...Gözde bir buğu kalır geriye ve sadece susmalar... O da öyle yaptı: Baktı ve sustu... Bazen de güldü, kahkaha attı. Kimilerine göre "sinirsel" kimilerine göre "hissel"...
Ona göre artık "gerçek" rüyalarıydı, yaşadığı dünya ise aklının karmaşık oyunu. Halüsinasyonlarla ve bir sürü gereksiz insanlarla dolu. Bedenini reddetmiş, ruhuna sarılmış bir hayattı. Tek ve yaşanmamışlıklardan oluşan bir rüya gören yalnız bir ruh. Siz hiç ölüme yakın oldunuz mu? İşte onun gibi bir şey...
Aylin ALAGÖZ/ 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder