28 Aralık 2012

EL





Tanıdık bir el aramalı şimdi,
Bilindik bir yelkenle yol almalı.
Bir adım ilerideyken,
Kördüğümlerini çözmeli.

Salt bir okyanustan,
Ekşi bir koruktan,
Yalpalayarak geçerken kalp,
Küflenmiş bir sokaktan.

Eskimiş bir roman okumalı şimdi.
Nefesini tutmalı en diplerde.
Ağır bir taş olmalı oyunlarda,
Hissiz, donuk, durağan...

Hiçe sayılmış bir duygudan,
Acı bir kahveden,
Hatırı bile olmazken,
Anların ibretlik toplamından...

Pulları sönükleşmiş bir balık olmalı,
Çürümeye yüz tutmuş bir sandal,
Bir "el" olmalı şefkatle dokunan.
Bir "el" olmalı değersizleri yok sayan.

Aylin ALAGÖZ/ 2012



23 Aralık 2012

YANLIŞ SEÇİM




Yüzüne yapışan kar tanelerine aldırmadan içinden haykırıyordu "Lütfen, bitsin artık. Lütfen... Lütfen..." Gözlerini sımsıkı kapatmış, ellerini göğsünde kilitlemiş, çamurlu bir yerde diz çökmüş oturuyordu. Altından, örümcekler, solucanlar, yeraltı pislikleri akıp gidiyordu. Aldırmadı... Titreyen ellerini daha da sıkı kenetledi ve iç sesini biraz daha yükseltti. Göz kaslarını gevşetse bilmediği bir boşluktan yuvarlanıp düşeceğini hayal etti. Gevşetmedi...

 Yarasaların sesi kadar ürkütücüydü gece. Donmuş gözyaşı kadar tatsız. Uğuldayan bir rüzgar gibiydi içinde... Meleklerin kanat çırptığını hissedebiliyordu. Ve başka boyutlardan gelen o kekremsi kokuyu... Bilmediği harfler uçuşuyordu havada, yüzüne yapışan kar taneleri değildi. Çözmesi gereken bir şifrenin ipuçlarıydı. Gece daha da soğuğa bürünürken uzaktan belli belirsiz bir ses işitti. "Yine yanlış seçim."

Bu da ne demek oluyordu şimdi ! Nasıl bir şeydi bu! Korkuyordu, hem de çok. Damarları bile titriyordu korkudan. Organları çalışma hızını artırmış sanki patlayacakmış gibi alarma geçmişlerdi. Kayıp kentlerin tanrıları sanki tüm korkunçluğuyla etrafını sarmıştı. Gözünü açsa mezardan çıkıp gelen gri tonlu yaratıkları görecekti. Buna dayanabilir miydi! Cesaretini toplamak istedi ama çoktan pes etmişti. Ruhunu huzur meleği Azrail' e teslim etmenin vakti gelmişti. Gözünü açmayacaktı. Yargılanmayacak, kimseyle hesaplaşmayacaktı! Gözünü açtığında göreceği farklı şeyler olsa bile buna hiç gücü yoktu. Zaten çok uzun zamandır rutin, uyuşuk hayatından da sıkılmıştı. Yaşamın artık haz vermediği apaçık bir gerçekti. Tüm iliklerine kadar yalnız ve umutsuzdu...

Sımsıkı kapattığı gözlerinin arasından mavi bir ışık ve karmaşık görüntüler belirdi aniden. Hayır, gözlerini açmamıştı! Aksine öyle bir kapatmıştı ki adeta mühürlemişti. İçindeki korku kat kat artmaya devam ederken görüntüler hayret verici berraklığa kavuştu. Elini uzatsa dokunacak ve o görüntünün bir parçası olacakmış gibiydi. Bir tiyatro sahnesini en önden izler gibiydi. Bu gördükleri kendi hayatının iz bırakmış parçalarıydı. Kendi hayatından parçaları anlamsızca izlerken tekrar o sesi duydu. Bu sefer daha anlaşılır ve daha yakından. "Yine yanlış seçim."

Melekler tekrar kanat çırpmaya başlamışlardı anlaşılan. Sert rüzgarları adeta hücrelerini bir bir yok ediyordu. Omzuna bir el nazikçe dokunuverdi. Ürperdi. Teninin ısısını ve yumuşaklığını hissetmişti. Aniden karar verip gözlerini saliseler içine açtı. Gördüklerine inanamadı !Yüzüne çarpan bembeyaz ışık, savrulan kar taneleri, yukarıdan ona telaşla bakan arkadaşları! Yine kayak yapmayı becerememiş, tüm hızıyla kocaman bir çam ağacına toslamıştı. Sonrası... Tabiki "Yanlış seçim." O pembe kar botlarını hiç giymemeliydi...

Aylin ALAGÖZ/ 2012

20 Aralık 2012

BAŞKA DÜNYALAR




Beethoven' dan çalan bir şarkıydı gün
Dingin, uyumlu...
Ne bir gülüş vardı yüzlerde,
Ne bir yağmur gökyüzünde.
Güneş bile terk etmeye meyilliyken günü,
Saklambaç oynardı hayallerim.
Ebelerdim geç kalmışlıklarımı.
Dağılan bulutlardan bir perde,
Göz bebeklerimin hep üzerinde.
Ayrılıkla çalan bir piyano,
Hatırlatırdı hep bana.
Çocukluğumu, gençliğimi...
Ölümün soğuk yüzünü,
Gülmeyen bir nota duyduğumda,
Işıldamayan bir bakış gördüğümde,
Anlardım son bulmuşlukları.
Çaresizce çalan kimsesiz şarkıları.
Son notasını çalan bir şarkıydı gün.
Son dansını yapan bir dansçı,
Son resmini çizen bir ressam,
Son nefesini alan bir "yabancı"ydı gün,
Başka dünyalara istemsiz bir sürgün.

Aylin ALAGÖZ/ 2012

15 Aralık 2012

BERRAK BİR RİTİM




Elimde sihirli seyir defterim,
Göç ederken anlardan, 
Görünmez sandığım esintilerim,
Silkinirken gerçeğin karanlığında,
Benim sandığım o ellerin.
Uzaklaşırken yakınlaştığım,
Acabalarla arındığım,
Tutturamadığım o ritmin.
Varlığımdan sıkılmış gibi,
Sonuna sadık kalamadığımız,
Adımlarımızdan ötede gerçek hayatımız.
Bedenime sığdıramadığım arsız ruhum.
Uysallaşmaya hazır hırçınlıklarım.
Doğu ve batıdan daha da zıt,
İnanmak için yazılmış eski bir yazıt.
Yutkunduğum sana ait mısralar,
Bana bulaşırken,
Hissettiğim,
Sadece soğuk rüzgarın elleri,
Sana bulaşırken,
Hissettiğim,
Kalbimin bozulmayan berrak ritmi...
Kime adandığı meçhul bu mısralarda,
Tek bir heceden ibaretiz dudaklarda...

Aylin ALAGÖZ/ 2012


13 Aralık 2012

YANILSAMA




Rüyaya dalacağı sırada bir uçurumdan aşağı düşer gibi içinden kayıp gitti tüm sevinçleri... Gördüğü her şey sahte, kendisi gerçek. Ya da her şey gerçek kendisi sahteydi. Yaşamın malzemeleri gibi kalitesiz ve geçiciydi her şey. En çok da hayatına değip geçen insan ruhları. Rüzgar esintisi gibi, yanağını tatlı tatlı okşayan bazen buza çeviren ve aniden kesilen... 

Soğuk terler içinde uyandı. Saatin tik takları henüz beş dakika bile ilerlememişti. Uykusuz geçecek herhangi bir geceydi onun için. Her zaman yaptığı gibi kitaplığından kalın bir hikaye kitabı aldı eline. Ilık sütlü kahvesi ve abajurundan yansıyan sarı ışıkla hikayelerin içine daldı. Ayrı ayrı kahramanlar oldu gece boyu. Hava biraz daha soğudu, etraf sessizleşti. Gözlerinin önünde kelimelerden bir sinema sahnesi vardı. Kendine kapalı gişe oynayan. Yönetmeni, oyuncuları kendi ve hayallerinden ibaret... Her sahnesi yaşama bulanmışlık içeren bir film...

Saatler ilerlerken buz kesmiş, yalnız elleri sayfaları çevirmeye devam etti. Ardı sıra gelen hayali sahneler... Birden kapı zili çaldı. Sahne toz duman olup kayboldu. Gözleri kapıya doğru çevrildi. Önce kitabı kapattı, masaya bıraktı. Tedirgin adımlarla kapıya yöneldi ve ardında kim olduğunu görmek için gözetleme deliğinden baktı. Elleri daha da buz kesti, kalbi yerinden fırlamak istiyordu sanki. Baktığında kimseyi göremedi. Aklının ona bir oyun oynadığını düşünerek tekrar yerine döndü ve kitabını eline aldı. Sabaha karşı böyle sanrılar görmesi normaldi. Nedense aklını kitaba bir türlü veremedi, içine bir tedirginlik yerleşmişti. O kapıyı açıp bakmazsa içi rahat etmeyecekti. Tüm cesaretini toplayıp kapıyı açtı.

Gözleri, karanlıktaki kırmızı paketi algıladı hemen. Kimin, ne zaman ve niçin koyduğunu tahmin bile edemeyeceği o kırmızı paket. Saatlerce pakete baktıktan sonra açmaya karar verdi. Korkak el hareketleriyle , mutsuzluğun kokusunu alıp hayatı oyalar gibi yavaşça açtı paketi. İçinde seneler önce yazdığı Shakespeare şiirleri. Tozlanmış kaligrafi örnekleri... Gözlerinden yaşlar dökülmeye başladığında elinde eski dostu kesik uçlu kalemi vardı. Yazıyı bırakalı çok oluyordu. Bu eski dostlarına arkasını döneli ve bir daha hiç bakmayalı yıllar olmuştu. Belki de yanağını okşayan o tatlı insan ruhlarından biri aniden ortaya çıkıp ilham perisini ona tekrar göndermişti. Kim bilir !

Bazı ruhlar kaybolsa da aslında bizi hep takip eder. Bazı kalpler yanımızda atmasa bile temiz kanı damarlarımızda dolaşır. Dost sandığımız, aşk sandığımız insan ruhları... Hepsi birer mucize ya da hücrelerimizde koca bir yanılsama...

Ve eski dostunu eline aldı, yazdığı ilk şey silik bir "Aşk"tı...

Aylin ALAGÖZ/ 2012

10 Aralık 2012

PASLI BİR BAKIŞ




Gerçeklerden arınmış,
Mum ışığına bulanmış,
Ayak seslerinden ibaret bir yerde,
Soğumuş ellerimden ötede.
Mahzene kilitlenmiş,
Buğusunda düğümlenmiş,
Akıp giden dumanlar gibi dipte,
Kuru bir iç çekiştin bedenimde.
Geçmişin zamanına kilitli,
Paramparça bez yığınlarından ibaretsen,
Silik bir yazıdan görkemliysen,
Ulaşılamayacak en uzak zirvede,
Ben ve cesaretim  hep bir adım geride.
Sen olmaya yetkin bir cümlede,
Ben olmaya uzak bir benlikte,
Kuytu kaya diplerinde bir yeşimsin,
Boynumda pişmanlıktan bir sicim.
Geriye iterken hep zamanımı,
Sarmal bir duyguyla kapalı her kapımı,
Art arda sıralanmış domino taşlarımı,
Gölgeleriyle renklendirilmiş anımı,
Uzaklaştırılmaya mahkum yargılarımı,
Öteki dünyaya götürürken yanımda,
Su yüzüne çıkmamış paslı bir bakıştın hep ardımda...

Aylin ALAGÖZ/ 2012

6 Aralık 2012

HİÇ




Bilinmezliğin özüyle yoğrulmuş bu dünyada kendini bulmak istercesine açmıştı gözlerini hayata. Güvenli ana rahminden dışarı çıktığında hava ile ilk teması, ciğerlerine dolan oksijen... Hatırlamanın imkansız olduğu bir dönemdi bebekliği... Belki de düşüncelerden uzak kaldığı iç güdüleriyle hareket ettiği tek yaşam dilimiydi. Derin bir sessizliğe ihtiyaç duyduğu anlarda yok olmayı hayal ederdi hep. Hücrelerini, hislerini duyarsızlaştırır sadece etrafa boş gözlerle bakardı. Kimsenin anlamayacağı, anlamlandıramayacağı halleri vardı.

Dünyanın saati ilerledikçe içsel saati biraz daha yavaşlıyor. Tecrübeleriyle olgunlaşıyor. Hatalarıyla sekteye uğruyor ve tekrar tekrar hata yapmaya göz yumduğunda her şey sil baştan yenileniyordu. İçindeki yorgunluğun nedeni de buydu. Tekrar tekrar yaptığı hatalar ve bunları bile bile seçmesi. İnsanları gözlemlediğinde karakter, huy ve düşüncelerinin çok zengin olduğunu fark ederdi. Hatta sonsuz çeşitte insan olduğunu...Onlarla konuşmak, paylaşmak hayat renklerini çoğaltırdı. Mutlu olmasına sebep olurdu. Öyle tuhaf biriydi ki sıcacık bir gülüş bile haftalarca onu ısıtabilirdi. Tek düşmanı önyargılı insanlardı. Hislerden uzak, daima negatif, kendi çemberinde yalpalayarak dönen insandan bozma kalıntılar... Evet aynen böyle düşünürdü: İnsandan bozma kalıntılar...Onları kendi çemberinin dışına atardı her zaman. Dünyaya başkaları yüzünden yorulmaya gelmemişti çünkü. Mutluluğu paylaşabilen içten insanlar yanında olmalıydı. Malesef herkes gibi insan seçiminde de çok hata yapmıştı. Gerçek yüzleri sonradan çıkan insanlar her an her yerde bulunabiliyordu. Bunu biraz geç akıl etmişti.

Şehirler ve insanların davranışları arasında kesinlikle özel bir bağlantı olduğunu düşünürdü hep. Ruh halleri şehrin havasına göre değişirdi çünkü...Şehrin kirli havası bazılarının kalbine kadar işlerdi. Böylelerinden uzak durmak gerekirdi. Tabi yüzlerindeki melek maskesini düşürmeliydi önce... Attığı her adımda saflığını sollayarak uyanıklığını harekete geçirirdi. Oyunu kurallarına göre oynardı bazen. Kimine göre iyi kimine göre kötü olurdu... Kendine göre ise bazen bir hiç bazen ise her şey. Bilmediği gerçekleri toplayarak oluştururdu benlik haritasını ve bir an gelirdi o harita küle dönerdi...

İnsan halleri ve bilinmezlik... Hücrelerimize dokunan belki en büyük gerçeklik. Kim bilir belki o kişi benim ya da sen.. Kimbilir belki de bir hiçim belki de sadece düşünce... Hiçlikten ibaret bu koca evrende...

Aylin ALAGÖZ/ 2012