Hayatımız ne kadar bize ait ? Ne kadar biziz, bizi çepeçevre saran hayat denilen pembe, gri bulutlar arasında...Kabuğumuzu kırdık mı gerçekten ana rahminden ayrıldığımız o anda ? Ya da etrafımızdaki insanlardan birer parça alıp kendi benliğimizi mi oluşturduk? Sevinçlerimiz, hazlarımız, alışkanlıklarımız, duruşumuz, gülüşümüz, egomuz, bakışımız, dokunuşumuz, düşüncelerimiz, düşlerimiz ne kadar bize ait? Yaptıklarımızın farkındalığını kazandığımız zaman belki biz oluyoruz. Kendi içimize dönüyoruz. Belki de gerçek benliğimizin kıyısından bile geçmiyoruz. Bizim için bir kalıp belirliyorlar, ömür dediğimiz o yolu o kalıbın içinde tamamlıyoruz. Kendimizden uzakta. Peki nasıl buluşucaz gerçek benliğimizle? Tabiiki deneyerek. Hata yaparak, yanlış düşünerek, düşerek, yaralanarak, incinerek... Her acıdan bir ders çıkararak belki de...
İnsanları anlamaya çalışmak belki de en büyük aptallık. Biz kendimizi daha anlamıyorken...Karşıdakinin neye nasıl tepki vereceğini kestirmek tahminler yapmak bizi de yorar hayatı da... Bırakacaksın aslında her şeyi oluruna... Olduğu kadar diyeceksin. Kendini seveceksin önce. Kendini bulacaksın önce. Korkmayacaksın hayattan, insanlardan. Pişman olmayacaksın, utanmayacaksın yaptıklarından. İnce hesaplar yapmayacaksın. Zaten hesap yaptığımızda kaçını tutturabildik ki? Emin olduklarımız bile kayıp gitmedi mi elimizden. Kendimiz bile...
Çok sevdiğim bir söz var "Herkes ölecek yaştadır." Yapmak istediklerimi ertelemeyi düşününce bu gelir aklıma. Belki iki dakikam belki iki saatim belki iki günüm kalmıştır. Kim bilir...Bundandır ki söylemek istediklerimi pek fazla içimde tutamam. Ya sonra çok geç olursa diye...Şimdi de söylemek istediklerim var geç olursa diye korktuğumdan değil. Ya erken olursa diye... Ya gerçekten çok erkense...
Bu da ruhumdan gelen öylesine bir yazı oldu. Belki de karmakarışık. Belki de çok açık :)