Ve kelimelerin anlamını yitirip paçoz giysilere büründüğü bir akşamüstü...
Ağır ağır üzerine çöktü bulutların tortusu, yüzüne vururken toprağın suya bürünmüş hali.Kaç saattir soğuk kayaya bütünleşmiş oturduğunun farkında bile değildi. Elleri buz kesmiş bedenini sarıp sarmalamıştı pamuktan yumuşak parmakları.Küçülmüştü koca deniz karşısında...Küçülmüştü martıların heybetli kanatlarının karşısında...Küçülmüştü hayatın karşısında..Küçücüktü işte kendi içinde... Bir noktanın bıraktığı iz kadardı. Ürperiyordu düşüncelerinden ama yine de vazgeçmiyordu onlardan.
"Bunca zamandır nerede olduğumu soracak olursan
Oldu bir şeyler demeliyim
Oturmalıyım bir taşa
kararan dünyada,
kendini yemiş bitirmiş bir nehirde.
Korumasını bilmiyorum yitirdiklerini kuşların
Geride bıraktığım denizi
Ya da çığlığını kız kardeşimin.
Nedir bu toprağın zenginliği?
Gün neden günle kapanıyor?
Neden karanlık gece çalkalanıyor ağzımda?
Ve ölüm neden? "
Gözlerini gökyüzüne araladığında ışıkla buluştu göz bebekleri. Rahatsız edici beyaz bir ışık...Hiç sevemedi şu beyaz ışığı zaten. Böyle havalar onu bunalıma sokar hayattan bezdirirdi.Sahi başının ağrısı da hep bu beyaz ışık yüzündendi değil mi? Daha az umursamalıydı küçük şeyleri, kendini bile...Dalgalar sonsuz bir döngü içinde kıyıya çarparken kafasındaki ünlemlerin izlerini de siliyordu sanki... Ağaçlar hüzünlü bir şarkıya eşlik ediyordu. Rüzgar yavaşlayıp gökyüzü mavileşmeye başladığında küçülen bedeni biraz olsun eski haline dönmeye başlamıştı...Kabuğundan çıkan salyangoz gibiydi.
Gitmeliydi...
Papatyalar çoktan ölmeye başlamıştı bile...
"İşte menekşeler ve işte kırlangıçlar,
Sevdiğim her şey
Tatlı mesajlar veren günbegün
aktıkça zaman
tatlılığı artan
Kaçamayız biz, dişlerimizin arasından:
Neden kemiriyor boşa giden zaman
sessizlik kabuğunu?
Ne yanıt vereceğimi bilmiyorum."
Un ufak olmuş hislerini ceplerine sokuşturup hızlı adımlarla yürümeye başladı.Yeryüzü üzerinde tek canlı kalmışcasına...Yapayalnız. Ve ölümün soğuğu avuçlarının arasında...Yaprakları gövdesinden ayrılmış beyaz bir papatya...Kokusu sonsuza dek savurduğu o rüzgarda...
"O kadar çok ki ölümüz
Ve o kadar çok ki kızıl güneş önünde setler
Ve o kadar çok ki çarpık kabuklu başlar
Ve o kadar çok ki öpücüklerimizi engelleyenler."
Aylin ALAGOZ/Aralık 2015