24 Nisan 2013

KAĞIT



Kağıdın parlak yüzü dışa gelmeliydi. Öylesine özenle ve zaman durmuşçasına katladı ki incecik kağıdı... Zamanın tüm tik takları, anıları, elinin sıcaklığı, düşünceleri geçti "o" kağıda... Bir mumun erimesi kadar uzun sürdü, bir alevin büyümesi kadar, bir çiçeğin açması, bir melodinin çalınması kadar uzun. Rüzgarın, sarı yaprakları kaldırımın kenarına usulca süpürmesi gibi: hafif ve dingin...

Huzur veren güneşli bir bahar sabahında hayallerini yüzdürmek için araladı gözlerini. Kan dolaşımını hızlandırmak hücrelerinin teker teker uyanmasını sağlamak için özel karışımını hazırladı. Hafif ve ılık... Gökyüzü ile arasına şeffaf da olsa bir maddenin girmesine tahammül edemiyordu. Hayalleri gökyüzüne uçmalıydı. Çıplak gözleriyle dokunmalıydı maviliklere. Hemen pencereyi açtı ve iri gözlerini derin mavilere daldırdı. Arıların vızıldaması, rüzgarın yüzünü okşaması, eşsiz toprak kokusu ona can veriyordu. Canlıydı... Kelebekler gibi, menekşeler gibi, topraktaki solucan gibi, ateş böceği gibi, su gibi, toprak gibi, hava gibi canlıydı. Ve her gün yenilenen bir ruhu vardı...

Kağıdın parlak yüzü dışa gelmeliydi. Görünen her şey kusursuz, güzel ve muazzam olmalıydı. Söylenmeyen sözler, bencillikler, kötülükler, kıskançlıklar, maskeler hep arkasında olmalıydı kağıdın. Özenle kıvırdı kağıdını, fısıldadı tüm içinden geçenleri. Önce bir uçak formu yaptı, gökyüzüne savurdu. Bulutların ardından en uzaktaki katmana tutunuşunu izledi ve sonra bir mum gibi yok oluşunu. İzi hala belirgindi neyse ki. İşte tam o noktadaydı. Gözlerini ayırmadı o noktadan. Göz bebeklerine yansıyıp geri döndü ruhuna bütün hapsedilmişlikler.Sonra bir gemi yaptı usulca. Minicik bir gemi... Minicik bir su birikintisine bırakmak için çıplak ayaklarla ona can veren toprağın üzerinden geçti. Can kalıntıları tenine nüfuz etti. Gemisini bıraktı ağaçlardan yeşil suya... Yaprakların arasından belirdi o an güneş. Hafif bir rüzgar gülümsedi ve karşı kıyıya batmadan geçti kağıttan gemi. Kağıttan gerçekler, buruşuk düşünceler, minicik duygular...

Her şey göründüğü kadar parlak görünmediği kadar mattı işte hayatta ve içinde sakladığı hazinenin tek anahtarı yine içine hapsolmuştu işte. Her yerinde minicik kağıt kesikleri, minicik kan tanecikleri...

Aylin ALAGÖZ/ 2013


11 Nisan 2013

SAVRULAN MISRALAR



Fitilini ateşlemişti anıların,
Eski bir defterin son sayfalarında.
Savrulan mısralardan yarım bir hece,
Düşüncelerine işlemişti beyaz bir gece.

Usta sanatkarlar geldi aklına.
Heykeltıraş gibi olmak.
Can vermek, biçim vermek hayaline.
Dokunabilmek elleriyle...

Boş bir sahneden geçer gibi,
Issız gecenin karanlık rengi,
Adımlarını atarken hep geriye,
Kanatlanıp buharlaştı bu seyirde.

Ateşlenen anılardı.
Yanan, acıyan bedeni.
Yok olan hayalleriydi,
Geriye kalan kendi !

Bir gazete yazısı geldi aklına,
Köşede saklanmış...
Minicik puntolardan nasibini almış.
Gizlenmek isterdi, o yazılar gibi küçücük olmak,
Gitmek isterdi, kendinden uzak olmak,
Başka dillere başka kalplere ulaşmak...

Aylin ALAGÖZ/ 2013

6 Nisan 2013

SANDIM Kİ



Sandım ki ile başlayan cümlelerim var benim, sonunda hayal kırıklığı hissettiğim... 6 Nisan' da bu yazıyı yazmamın bir sebebi var. Nisan olduğu için değil ayın altısı olduğu için...

Sandım ki zaman geçince her şey durulacak. Hayat eski rutinine geri kavuşacak. Sokakta yürüyen insan manzaraları, ağlayanlar, gülenler, sarılanlar, haykıranlar hepsi bana normal gelecek. Seyre dalacağım çoğu zaman hayatı, kimi zaman da düşleri. Dokunamayacağım hayallerim olacak bazen. Hayal etmek bile yetecek aslında. Ekşi bir limonun ağzımda bıraktığı hafif şekerli tat gibi olacak hayatım. Keskinliklerden oluşacak, gizlerden..Hafif bir dokunuşu olacak rüzgarın. Mesela saçlarını dağıtacak. Ilık bir bahar akşamında sütlü kahvemi yudumlar gibi olacağım. Gelecekte! Belki de çok uzak bir gelecekte! 

Dedim ya bu yazıyı ayın altısında yazmamın bir sebebi var. Bir de elbette anlayanı...

Sandım ki gözlerimi kapatınca daha iyi duyumsayacağım olanı, biteni. Sandım ki susunca çareler kendiliğinden gelecek ve o düğümü çözecek. Konuşmak bu kadar mı zehirli anlamadım ki! İçini dökmek, hissettiklerini açıkça söylemekten korkar olmuş insanlar. Kapalı kutuları başka kapalı kutulara ve en nihayetinde onu da kilitli bir sandığa kapatmışız. Asla ulaşılmasın diye! Kimi zaman harflerimizi eksiltmişiz kimi zaman bakışlarımızı. Bilinmeyen bir zamanı beklemek aklımın bana yaptığı oyunların iki misline çıkması demek. Berraklığımın azalıp çakıl taşlarımın çoğalması gibi... Mavi gökyüzümün kararmasını hiç istememiştim. Sandım ki yıldızlar geceyi ayınlatır. Karanlğın içinde yanan umut ışıkları gibi. Sandım ki benim hayatım hep gündüz. Sandım ki yıldızlar dileklerimi gerçekleştirmek için bir aradalar. Sandım ki gecenin sonu hep aydınlık...

Dedim ya bu yazıyı ayın altısında yazmamın bir sebebi var. Bir de anlamayanı...

Sandım ki oyunlar sadece çocuklar tarafından oynanır. Büyükler neden gereksinim duysunlar ki! Kelimelerle dans edebilmek büyüklerin yeteneği... Konuşmak, yazmak, anlatmak, aktarmak, empoze etmek, inandırmak, söylemek, diretmek, kabul ettirmek... Aman ne büyük yetenek! Peki ya neyi beklediğini bilmemek ve susmak nasıl bir yetenek, nasıl bir oyun, nasıl bir ders... Muamma içeren sözcükleri hayatımdan tamamen silmek istiyorum. Sandım ki ben kararlıyım. Sandım ki açığım ve malesef sandım ki sabırlıyım. Ve anladım ki muammalara ve bilinmezliklere sabrım yok. Ve anladım ki neyi beklediğini bilmeden geleceğe atacak bir oltam yok. Ve anladım ki kendimden başka yıldızım yok...

Dedim ya bu yazıyı ayın altısında yazmamın bir sebebi var. Bir de duymayanı.

Aylin ALAGÖZ/ 2013