Huzur veren güneşli bir bahar sabahında hayallerini yüzdürmek için araladı gözlerini. Kan dolaşımını hızlandırmak hücrelerinin teker teker uyanmasını sağlamak için özel karışımını hazırladı. Hafif ve ılık... Gökyüzü ile arasına şeffaf da olsa bir maddenin girmesine tahammül edemiyordu. Hayalleri gökyüzüne uçmalıydı. Çıplak gözleriyle dokunmalıydı maviliklere. Hemen pencereyi açtı ve iri gözlerini derin mavilere daldırdı. Arıların vızıldaması, rüzgarın yüzünü okşaması, eşsiz toprak kokusu ona can veriyordu. Canlıydı... Kelebekler gibi, menekşeler gibi, topraktaki solucan gibi, ateş böceği gibi, su gibi, toprak gibi, hava gibi canlıydı. Ve her gün yenilenen bir ruhu vardı...
Kağıdın parlak yüzü dışa gelmeliydi. Görünen her şey kusursuz, güzel ve muazzam olmalıydı. Söylenmeyen sözler, bencillikler, kötülükler, kıskançlıklar, maskeler hep arkasında olmalıydı kağıdın. Özenle kıvırdı kağıdını, fısıldadı tüm içinden geçenleri. Önce bir uçak formu yaptı, gökyüzüne savurdu. Bulutların ardından en uzaktaki katmana tutunuşunu izledi ve sonra bir mum gibi yok oluşunu. İzi hala belirgindi neyse ki. İşte tam o noktadaydı. Gözlerini ayırmadı o noktadan. Göz bebeklerine yansıyıp geri döndü ruhuna bütün hapsedilmişlikler.Sonra bir gemi yaptı usulca. Minicik bir gemi... Minicik bir su birikintisine bırakmak için çıplak ayaklarla ona can veren toprağın üzerinden geçti. Can kalıntıları tenine nüfuz etti. Gemisini bıraktı ağaçlardan yeşil suya... Yaprakların arasından belirdi o an güneş. Hafif bir rüzgar gülümsedi ve karşı kıyıya batmadan geçti kağıttan gemi. Kağıttan gerçekler, buruşuk düşünceler, minicik duygular...
Her şey göründüğü kadar parlak görünmediği kadar mattı işte hayatta ve içinde sakladığı hazinenin tek anahtarı yine içine hapsolmuştu işte. Her yerinde minicik kağıt kesikleri, minicik kan tanecikleri...
Aylin ALAGÖZ/ 2013